10 Aralık 2012 Pazartesi

gecenin bir yarısıydı. perde sıyrıldı, son sigara içildi.
savaşıldı soğukla, uykular gelmedi.
kazındı ojeler, tıpkı yok olmuş beyinler gibi.
mürekkepler tükendi.
çaldı son şarkı
kapandı defter ama yazıldı kelimeler.
kayboldu gülüşler, haykırıldı geceye, nedensiz.
çaylar soğudu bardaklarda
çiçekler soldu
küllük kokusunu bıraktı odaya, en iyi marka parfüm gibi...
haydi yastık, uyut beni.
boğ karanlığınla gece.
selam olsun hiç görülmemiş o yüze.

6 Ekim 2012 Cumartesi


iyi akşamlar, iyi uykular ve günaydınlar şimdiden daha sonraki bütün bugünlerin için...

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Değişmişti adam.
Saçları uzamış, sakallarına karışmış fakat hala kilo verememişti.
Kadın değişmeyen bir şeyler aradı eline aylar sonra geçen, orada kimin olduğunu seçmenin zor olduğu, kalitesi iyi olmayan çekilmiş o tek kare fotoğrafta.
Aradı...
Belki günler, belki haftalarca...
Aslında bulmak zor değildi, sadece görmek istememişti.
Değişmeyen o tek ayrıntı; adam hala kadını sevmiyor, gözleri hala sevgisizlikten yakınıyordu.
Sonra kenara attı fotoğrafı.
Ve bir sigara yaktı.
Geçti mi?
Hayır.
Geçicek mi?
Bilmiyorum.
Ama, yani sanırım, bir şey hissetmiyorum.
Bu da iyi olan kısım mı ?
Hani şu kötünün iyisi dediğimiz cümle.

3 Ağustos 2012 Cuma

Birlikte baharlar yaşamalıyız sevgilim.
Papatya tacı yapmayı öğrenmeliyiz. Kayan yıldızlardan dilekler dilemeliyiz. Evet, yalnız sen ve ben otostop çekerek Gürcistan sınırına tırmanmalıyız. Gidilmedik bütün ücra köşelerde kamp kurmalıyız.
Rüzgara karşı şarkılar söyleyip, bir bardak çayda sarhoş olmalıyız.
Ankara’nın sokaklarında kaybolup, çimenlerinde açmalıyız gözlerimizi sabaha.
Hangimizin elinin daha büyük olduğunu kıyaslamalıyız, belli belirsiz dizeler arasında.
Ve sevgilim hiç gitmemeliyiz birbirimizden. Gün doğarken başka pencerelerde olmamalıyız.
Aldığımız nefesleri birlikte vermeyeceksek, burada olmanın ne anlamı var ki?
Şimdi; koşup gelmelisin o çıkmaz sokaktan, beni şehre küstürmeden.

2 Ağustos 2012 Perşembe

Bazen, hiç gitmemecesine aklıma geliyorsun. En ücra köşeye kıçını koyup kalkmak bilmiyorsun. Ağlamamı seyrediyorsun ama gözyaşlarımı silemiyorsun.
Aslında çok uzağız birbirimizden. Hem soyut hem somut olarak. Konuşmalarımız susmalara dönüşmüş, farklı hayat pencerelerinde geceyi izliyoruz. Aynı oda da dinlemiyoruz plak seslerini. İçimde bir kıpırtı, yüzümde senin hüznünün gölgesi var.
Bazen yüzün hayallerimden çıkmaya başlıyor, küçülüyor git gide. Sonra gözlüğümü takıp dalıyorum hayaline. Sabah yine besledim martıları, senin yokluğunda (ki aslında bu her zaman ) en iyi arkadaşlarım onlar. Sabah ayazlarında sonsuzluğa onlarla yürüyorum.
Söyleyemiyorum ama delice özlem var içimde sana karşı.

12 Temmuz 2012 Perşembe

"mutluluk" ile aynı evi paylaşıyorum.

Mutluluk demledim bu sabah ocakta. Artık sakin olmak için medet ummuyorum melisa çaylarından. Silmeyi beceremesem de kırmızı ojeler sürüyorum parmaklarıma. Riskler alıyorum, korkuyu, endişeyi, kederi erteliyorum. Kavanozlara dolduruyorum tüm o kötü duyguları. Toprağa çıplak ayaklarla çıkıp vücuduma pozitiflik dolduruyorum.
Duygusal şarkılarda ağlamıyorum, yaşamayı hissediyorum. Çiçekli pijamalarımı giyip, çay bardaklarında kuru soğanlardan yeşil soğanlar büyütüyorum balkonu görmeyen cam önlerinde.
Sehpalarda çay bardaklarından dolayı oluşan yuvarlak lekelere takılmıyorum.
Onu özlediğimde annemin dizlerinde buluyorum kendimi. Telefon uçlarında ablalarımın aramalarını bekliyorum. Sabah uyanmak için alarmlar kurmuyorum. Kahveyi bardakta soğutmuyorum, falıma da kendim bakıyorum. Aşık olasım geldiğinde gidip bir kitap bitiriyorum.
En önemlisiyse uyku vaktimi geçirmiyorum.
İyi geceler gün ışığı.

16 Nisan 2012 Pazartesi

Otobüs terminallerini sevmiyorum.

Seni her uğurladığım da başka bir acı oturuyor bünyeme. Sanki bir daha hiç bir araya gelmeyecekmişiz gibi hissediyorum. Gideceğin gün genelde sen evden çıkmadan önce çıkıyorum ki sana son kez sarılırsam yine o nefret ettiğin kırmızı ve ağlamaklı suratıma tahammül etmek zorunda kalmayasın diye. 

Bazen geldiğinde sana o kadar çok alışıyorum ki bıkmışım hissi uyandırıyor yüreğimde. Sonra ayrılık sarılmaları gelince, kokun her burnuma değişinde daha gitmeden özlemini hissediyorum. 

Dün gece odanın sıcaklığı her zaman ki gibi eksileri görüyordu. Ayaklarımda 3 yastık, battaniyem, yorganım bir türlü beceremedik ısınmayı. Hani abarttığım ruh halim var ya, tekrardan girdim içine. Çok fazla sensiz hissettim… Sensiz, sizsiz, yalnız…

Yatağa girince hemen uykum gelmiyor, bütün gün olan bir şeyleri anlatmak istiyorum birine ya da kalkıp bir sürü dizi izlemek istiyorum. Gel gör ki tek başıma konuşamıyorum ve bilirsin tek başıma dizi de izleyemiyorum… 

Sürekli az kaldığını söylüyoruz birbirimize, bu deli özlemle saatleri saymadığıma şükrediyorum. Mesela bak en az bir ay var görüşmemize. En az bir ay var konuşmama…

Yine konuşuyorum kendi kendime. Sen gününü ayarlasan, bu sefer benden olsun biletler. Geceden binesin ki sabah sana layık bi kahvaltıyla karşılayabilesin günü. Sonra aralarız perdeyi sen yaptığım orta şekerli kahvenin yanına bir sigara yakarsın, dumanında kaybolur gülüşlerimiz…

Ayrılık vakitleri sızlatıyor yüreğimi, aynı şimdi ki gibi.

Valizinin arnavut kaldırımlı sokaklardaki sesi beynime işkence ediyor, duydukça hüzünleniyor yüreğim. Vedalar acımasız ama şirin hüzünlerdir. Ve bunlar tatlı vedalar…

Kendine iyi bak abla olur mu? Hava durumlarını takip ediyorum, buradan daha soğuk geçiyormuş geceleri. Hassassın sen, bir yorgan yetmiyorsa üşengeçlik etmeyip ikinci yorganı da çek üzerine.

Geliş biletini alınca haber ver bana.

Güle güle git, çok bekletme…

14 Nisan 2012 Cumartesi

pazar görünümlü cumartesi

Doğru düzgün kahvaltı alışkanlığımın olmadığı için kendime kızdığım günlerden birinden daha selamlıyorum seni sevgili okuyucu.
İşinin ya da okulunun hafta sonu olduğu için sana verdiği iki günlük iznin şerefine dün bütün gece uyumadın, e uyumayınca da kalkmak nedir bilemedin. Bura da annemin sözünden alıntı yapmak isterim, akşam yatmaz sabah kalkmazsın.
Hadi ama bu kadar da uyunmaz ki. Çikolatalı kurabiyen mutfakta, sütünü ılık mı soğuk mu içersin bilemedim ben de birini kaynattım diğeri soğuk. Ahşap duvarların içine oturtulmuş minik kırmızı masanın üzerine bıraktım, yumurtanı da ye zihnin çalışmıyor yoksa.
Ben odam da yeni aldığım plakları dinliyor olucam, iyi günler...
eskiler güzeldir.

11 Ocak 2012 Çarşamba

8 Dakika 38 Saniye

Hadi şarkılara teslim edelim ruhlarımızı. Çıkarıp üzerimizdeki bedenleri çırılçıplak kalalım ruhlarımızla. 
Yalnız şarkı ve ruhlarımız.
Aradığımız huzura yaklaşmış olur muyuz? 


Direnme şarkıya, eninde sonunda yenik düşecek gardın. Müziğe karşı savaşı hep kaybettim ben, ele geçiren hep o oldu. Yavaş yavaş hissedeceksin beyninde müziğin yankısını, damarlarından akan notaları… Karşı konulmaz bir güzellik bu.


Ben böylesine teslim etmişken ruhumu şarkılara, tabağa koyduğum yemek bir hayli soğumuş. İki kaşıkta bitirdim. Üşengeç insanlarız. 


Yatarak yemek yersek boğazımıza kaçarmış, boğulurmuşuz. Fındık tanelerinin boğazıma diziliş sebebini anlıyorum şimdi. 

Sigara dumanının kendini dışarının akışına bırakması için açtığım camdan içeri toprak kokuları doluyor. Yağmur damlaları camın önündeki minderi hafiften ıslatıyor. “Kalk.” Diyorum kendi kendime, kalk ve denizin tuz kokusunu doldur ciğerlerine. Bundan müthiş biran bulamazsın ki bunun için. Dışarı çıkmaktansa üzerime kareli battaniyeyi çekip oturuyorum bir kitabın başına. Sigaranın dumanı ciğerlerime inerken kitap karakterlerinde aradığım aşk beynimi uyuşturuyor.

Playlistin dönen şarkılarında 70’li yıllara giden bir hareketlenme var. Uyuşan beynimi kendine getiriyor. Sonra doldurduğum film geliyor aklıma… Bir de bunları baştan okumaya kalkınca saçmalıkları başımı ağrıtıyor. 8 dakika 38 saniyede değişen düşünceler ve ruh hallerim inanılmazlar. 
İlginç bir insanım vesselam.

7 Ocak 2012 Cumartesi

Söyleyecek sözlerim düğümleniyor boğazımda. Zaten ne zaman konuşmak istesem hep böyle olur…

Bu müzik iyice uykumu getiriyor. Ama yummak istemiyorum gözlerimi. Sadece seni düşünmek istiyorum. İyi misin? Neredesin? Napıyosun? Aklımı karıstıran onlarca soru var.

Sarılamıyorum sana… Zaten etrafımda kötü olan kimseye sarılamıyorum çünkü onlar hep uzaktalar. 

Gözlerim şişiyor uykusuzluktan. Artık kahvelerde etki etmiyor. Belki yatağımın boş kalan kısmında suretin olsaydı teninin sıcaklığında uyuyabilirdim. 

Yok o zaman da uyuyamazdım ben… Hep heyecanlanırım öyle anlarda. Yanaklarımda kızarır kesin, yüzüne bile bakamam ki koynuna girip uyuyayım. En iyisi sen uyu ben izliyim olur mu? Saçlarınla da oynarım…

Sabah kalktığında belki güne benimle başlarsan aydınlığa adım atmış olursun. Sen mutlu olursan bende hep mutlu olurum.

Sonra dudağıma busemi koyarsın ve vedalaşırız…

Diyorum ya, bahsetmek ve söylemek istediğim onca şey var ve sen şuan uyuyorsun…